"Vatan sevgisi imandandır"

UKRAYNA KRİZİ


Nail AYTAR

 

Ukrayna krizi olarak nitelediğimiz olay aslında kökeni 1989'lu yıllara kadar giden SSCB'nin dağılma sürecinden itibaren başlayan bir olaylar zinciridir. Ukrainler uzun yıllar Ruslar ile birlikte yaşamanın sonucu milli vasıflarından pek çoğunu kaybetmiş durumdaydılar. SSCB'nin dağılması sonrası ayrı bir devlet olsalar da Rusya'nın üzerilerindeki baskı ve kontrolü her zaman devam etmiştir. Ukrain politikacıları ve bürokratlarının pek çoğu Rusya hesabına çalışıyorlardı. Ukrain istihbaratı tamamen FSB kontrolünde askeri ise hiç bir caydırıcı unsuru kalmayacak şekle dönüştürülmüştü. 40 milyon nüfusa sahip Ukrayna'nın 50-60 bin kişiden oluşan ordusunun muharip gücü 8-10 bini bile bulmuyor kalanı tamamen büro işleri yapan elemanlardı. Bölgeler Partisi ve lideri Yanukoviç Rusya yanlısı idaresiyle Rusya'nın işgaline (kontrolüne) uygun ortamı sağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı. Zaman zaman çıkan aykırı sesler ise Rus istihbaratının maharetli elleriyle susturuldu. Turuncu devrim ve AB yanlısı sesler değişik gerekçelerle ortadan kaldırıldı veya etkisiz hale getirildi. 2013 yılı sonlarında artık kontrol edilemez noktaya gelen Meydan olayları ise Rusya'yı kaygılandıran en büyük olay oldu. Bu süreç içerisinde ise hukuk ve adalet tanımaz Rusya ve lideri Putin yeni bir Rus Çarlığı kurma hayallerini uygulama aşamasına koydu. Sık sık her demecinde yüzyılın en kötü olayının SSCB'nin dağılması olduğunu ifade eden Putin mafyavari yöntemlerle Ukrayna üzerinde baskısını fiiliyata dökmeye başladı. Ukrayna'nın elindeki nükleer silahların yok edilmesi karşılığında garantörü olduğu ülkeyi işgal etmek Rusya için artık sadece bir süreçten ibaretti.

 

En kolay hedef olarak gördüğü ve Ukrayna'nın uğrunda mücadele etmeyeceğini düşündüğü Kırım Özerk Cumhuriyeti ortam olarak işgale uygun hale getirilmişti. Kırım nüfusunun % 60 oluşturan Ruslar ve onların her türlü siyasi örgütü her fırsatta Rusya'ya bağlanmak istediklerini beyan ediyorlardı. Kırım nüfusunun % 14'ünü oluşturan Kırım Tatarları ise 18 Mayıs 1944 yılında sürgüne gönderilmiş her açıdan soykırıma uğratıldıkları için kolları kanatları kırılmıştı. Vatana dönüş mücadelelerini 1991 yıllarda fiiliyata dökse de iş aş meselesi yerleşme toprak meselesi gibi sorunlarla boğuşmaktan başka bir işe bakamamışlardı. Bu halleriyle Rusya gibi hukuk tanımaz bir ülke ile mücadele etmeleri pek kolay görünmüyordu. Bu şartlara ve sonuçlara bakıldığı zaman 27 Şubat 2014 tarihinde Rusya için şartlar uygun görünüyordu ve işgal başladı. Tek kurşun atmadan Kırım Parlamentosu kuşatılmış ve Karadeniz filosunun askeri güçleri ağır teçhizatları ile kilit noktaları ele geçirmişlerdi. Peki neden Kırım? Aslında günümüz teknolojisi ve silahları göz önüne alındığında stratejik önem eskisi kadar önem arz etmiyordu. Azak denizinden Kafkasya'nın en altlarına kadar olan kontrolündeki bölge Rusya'ya yetmiyormuydu. Bence Kırım'ın işgali ve neticesinde yapılan sözde referandumla ilhak edilmesi Rusya'nın gücünü göstermek ve karşısındakilere gözdağı vermek için kullandığı bir obje oldu. Karşısında durabilecek güçlerin mücadele azmini kırmak ve daha rahat hareket edebilmek için gücünün en yüksek olduğu bölgeyi yani Kırım'ı seçmiştir. Ardındanda Nova Rusya olarak adlandırdığı Ukrayna'nın doğu bölgesi Donetsk ve Luhansk militarist Rus güçlerce işgal edildi ama ilhak edilemedi.  Bu dünyaya meydan okuma AB ve ABD gibi ülkelerin yaptırımları ile cevap buldu. Hemen hemen bütün geliri petrol ve türevleri ile silah satışı olan Rusya bir yıllık süreçte büyük bir ekonomik çöküntü yaşamaya başladı. 550 milyar doları bulan rezervi 200 milyar dolar civarında azaldı. Petrol fiyatlarının düşüşü ile gelirleri de azalan Rusya standartı düşük bir yaşam süren Rus halkının tepkilerini azaltacak tedbirler düşünmeye başladı. Rusya’nın hiçbir hukuk ve adalet duygusu gözetmeyen işgal ve ilhak girişimi uluslar arası arenada da karşılık bulmayacak ve bu hatasından isteyerek veya istemeyerek vazgeçmek zorunda kalacaktır. İşgal ettiği Ukrayna’nın doğu bölgesini (Donetsk ve Luhansk) Nova Rusya yani Yeni Rusya bölgesi olarak ilan eden ve bu bölgelerin Ukrayna içerisinde federal bir yapıya dönüştürülmesi isteyen Rusya etki ve kontrol alanını da bu şekilde genişletmiş olacaktır.

 

Kırım’da bugün self determinasyon hakkının kullanıldığını iddiası bir kardırmacadır. Konu haksız bir işgal ve dayatma ile ilhak girişimidir. Bir toprağın gerçek sahipleri self determinasyon hakkını kullanabilir ve o halkta Kırım Tatarlarıdır. Kırım Tatarları 1783 yılında Ruslarca ilk işgal edildiği zaman % 98 nüfusa sahipti ve Kırım’da yaşayan hiçbir Rus yoktu. Zaman içerisindeki göç, soykırım gibi uygulamalarla Kırım’da Rus nüfusu arttırıldı. 19 Mayıs 1944 yılında Kırım’dan topyekun sürgüne gönderilen Kırım Tatarları nüfuslarının %46,3 ünü kaybetmişlerdir. Bu şartlarda yapılan uygulamalar realite ve uluslar arası hukuk kurallarına uymaz. Bugün Antalya’da binlerce Rus nüfusu yaşıyor ve bunlar kendi okul, kilise gibi kurumlarını oluşturmuşlardır. Uzun yıllar sonra Antalya’daki Rus nüfusunun artması durumunda bunu bahane ederek Antalya’yı işgal ve ilhak etmeye kalkışması self-determinasyon hakkı sayılabilirmi?

 

Kırım’ın işgaline Türkiye’nin tepkisi maalesef yeterli değildir. AB ve ABD gibi hatta Kanada gibi ülkelerin bile ambargo kararını kararlılıkla uygulaması karşısında Türkiye ambargoya katılmamış hatta bu durumu ranta çevirmeye kalkmıştır. Türkiye açıkça söylemese de AB-ABD ekseninden Şangay İşbirliği Örgütüne göz kırpmaktadır.  Prensip sahibi ve hukuka saygılı devletlerin dik duruşunu sergileyemeyen Türkiye hükümeti görünürde Kırım Tatarlarının yanında görünüyor gibi olmasına rağmen 3-5 kg. domates için kendisine en yakın bir milleti kaderine terk etmiştir. Türkiye Rusya ile şu an ilişkileri en iyi olan ülkelerden birisidir ve % 6 doğal gaz indirimi vaadine bile kanmıştır. Gıda maddeleri vs. satarak ticari ilişkileri arttırmak isterken işgal öncesi 35 milyar dolar civarında olan ticaretini Rusya'nın ekonomik zorluklarından dolayı 30 milyar doların altına düşürmüştür. Yani silah geri tepmiştir. En kötüsü işgalden önce camilerinde Türkiye devleti ve başındakilerine hutbe okuyan insanlar bugün çaresizlik altında kendilerini kandırılmış hissetmektedirler. Her defasında vaatlerin ötesine geçmeyen söylemler karşısında manen Türkiye’den kopmaktadırlar. Suriye savaşı ve neticesinde oluşan göçmen dalgası Türkiye devletine 5 milyar dolara mal olmuştur. Bu bedelin onda birini bile Kırım Tatarları için zamanında  harcamayabilseydik bugün Kırım’da durumlar çok farklı olurdu.

 

Türkiye’de yaşayan 5 milyon’a yakın Kırım Tatarının kendi soydaşları için kitlesel anlamda bir şeyler yapabilmesini sağlamalıyız. 50 civarındaki Kırım Tatar STK’ları artık daha etkin bir lobicilik faaliyetine başlamalıdır. Kırım’da bugün için varlığımızı devam ettirebilmenin şartı nüfusumuzu arttırmaktır. Bu iki yolla yapılmalıdır. Sürgünden vatana dönememiş Kırım Tatarlarının Özbekistan, Kazakistan gibi ülkelerden dönebilmesi için maddi imkânların yaratılması ikinci yol ise doğum artışının teşvik edilmesidir. Bunların dışında eğitim meselesinin çözümüdür. Anadilde eğitim veren 15 milli mektep Kırım Tatar çocuklarının % 10’una hitap edebilmektedir. Anadilde eğitim ve kültürel faaliyetler milli benliğimizin korunması ve geliştirilmesi için ön şartlardan bir tanesidir. Milli televizyon, radyo, gazete gibi yayınların finansmanı yapılmalıdır. Asimilasyonun hızla devam ettiği ortamda dini eğitimin ve ibadetin alt yapısının hazırlanması da çok önemlidir. 




Özet: Kırım’ın işgaline Türkiye’nin tepkisi maalesef yeterli değildir. AB ve ABD gibi hatta Kanada gibi ülkelerin bile ambargo kararını kararlılıkla uygulaması karşısında Türkiye ambargoya katılmamış hatta bu durumu ranta çevirmeye kalkmıştır. Türkiye açıkça söylemese de AB-ABD ekseninden Şangay İşbirliği Örgütüne göz kırpmaktadır.


Konu:
-


Güncelleme:
14.07.2015 17:34:00


Yazarın diğer yazıları:
Nail AYTAR


47. sayıdaki diğer yazılar

338 defa okundu
Yazıcı uyumlu sayfa